Gezdim Gördüm

My bones ache to go home.Like the elephants. Or is it rheumatism?

25.8.06

Kosova

Rozaje , Karadağ ve Kosova sınırına çok yakın bir yerde . Bu yüzden Rozaje dan Kosova sınırına varmamız çok uzun sürmüyor. Kosova sınırında pasaportlarımız dışında uluslararası hiç bir belgenin geçmediğini öğreniyoruz. Triptik ve araba sigortasını yeniden yaptırmamız gerekiyormuş. Ahmet le babam işlemleri yaptırmaya gidiyorlar. Ofiste hiç kimse Türkçe bilmiyormuş. Tabi bu garipsenecek bir durum değil. Ama kimsenin Türkçe bilmediği , Türkiye ye en az 1000 km uzaklıkta dağ başındaki bir sınır ofisinde memurlar bangır bangır Mahsun Kırmızıgül dinliyorlarsa bu biraz enteresan kabul edin.

Sigorta vs işlemleri için 50 euro yu da bayıldıktan sonra sınır kapısından geçiyoruz. Kosova' ya hoşgeldik. UNMIK sınırları içindeyiz. Kosova nın belirsiz siyasi durumu Turkcell in de kafasını karıştırıyor sanırım. "Monako ya haoşgeldiniz !". Ya hoş geldik Balkanların Monakosuna , isim, coğrafi konum ,ekonomi, kültür vs herşey o kadar benziyor ki Monako ya bu kadar karışıklık da normal canım...

Sınırı biraz gectikten sonra bir çeşme başında duruyoruz. İndira bize mantı yapmış, onu bir güzel yiyeceğiz. Tabi buraların mantısı bizim Kayseri mantısına pek değil hic benzemiyor. Nasıl yapıldığını bilmiyorum o yüzden tarif edemeyeceğim ama süper bir çalışma.

Bulunduğumuz yerden bakınca Kosova Ovası ayaklarımızın altında uçsuz bucaksız bir halı gibi seriliyor. Burası da çok yeşil ama bu yeşilin tonu biraz daha açık. Annem diyor ki burası Çukurova gibi çok verimli. Tarıma çok elverişli ve bereketli. Acaba burada dökülen bunca insan kanı ve gözyaşından dolayı olabilir mi ?

Mantıları bitirdikten sonra kosova ovasına dogru inişe geçiyoruz. Dağdan inişimiz bitince bir tarafı Pec'e ( İpek) diğer tarafı Vitomirica ya doğru olan yol ayrımına geliyoruz. Ben ve ahmet vitomirica yı hep mitrovica olarak anlamışız. Hatta ben Mitovica dan Priştine ye uğrarız orada Sultan Murat ın türbesine uğrarız ruhuna bir fatiha okuruz , bir de Sultan Murat ı şehit eden sırp için yaptırılan açılışına 1 milyon sırp ın katıldığı ve o gün Slobodan Miloşeviç in o gün Kosova nın özerkliğini kaldırdığını açıkladığı binlerce insanın katledilmesine start verdiği anıtı görürüz diye düşünmüştüm ama gittiğimiz yer Mitrovica olmayınca hatta Mitrovica bizim gideceğimiz yerin tam tersi istikamette olunca benim planlarımda suya düşüyor tabi.

Sako dayıların evine kadar olan yolda bir kaç boşaltılıp yakılmış ev var. Kime ait olduğu belli değil, çünkü ilk önce sırplar arnavutları kovmuş evlerini yakmış, sonra BM duruma el koyup UÇK kosovaya girince bu kez onlar sırpları kovup evlerini yakmış. Arnavutların durumu savaştan önce çok kötüymüş çünkü sırplar soruyorlarmış "sen nesin? " eğer "Arnavutum" diyorsa bir insan ya iş vermiyorlarmış ya da çalışıyorsa işten çıkarıyorlarmış. Bu durumdaki aileler uzun bir süre, yurtdışındaki arnavutların yolladığı yardımlarla geçinebilmişler. Daha sonra savaş başlamış sırplar bu kez gidin burdan demişler. Evinizi boşaltın 10 dakikada , çıkmadılar mı evden 10 dakikada, öldürmüşler. Televizyonda izliyorduk tabi o sırada yalınayak başıkabak yollara dökülen insanları ama meğer durumları daha kötüymüş . Evlerinden kovulurken aileleri ile birlikte gitmelerine de izin vermemişler. Aileleri parçalayıp farklı yönlere yollamışlar hepsini. Anlamıyorum. Ama neden ? Şimdi ise UÇK nın gelişinden sonra Kosova'dan yollanan Sırpların evlerine dönmesi için bir çalışma yapılıyormuş. Babam bir belgeselde izlemiş , yaşlı bir arnavut amcaya sormuşlar savaştan önce Sırp komşun var mıydı ? evet vardı demiş o da. Peki şimdi geri gelmesini ister misin ? ahh istemez miyim. Dört gözle bekliyorum gelmesini demiş. Artık niye bekliyorsa !!!...

10.8.06

Rozaje den Ayrılış

Harika geçen 2 günün sonunda artık Rozaje'den ayrılmamız gerekiyor. Tatil kısa gezilip görülmesi gereken yerler çok. İşlerimiz de çok . Önce tekrar polise gidip biz burdan ayrılıyoruz dememiz gerekiyor. Bu arada ben annemin okulunu ve türbesini kaydetmemisim . Onları görüntülemek istiyorum. Ahmet ve babama polis merkezine , annem , İndira ve bende önce annemin okuluna , sonrada türbeye gitmek üzere Sako dayının evinden ayrılıyoruz. Annemin okulu hala duruyor. Hatta İndira da bu okulda öğretmen. Annem sınıfını gösteriyor. Kapının yanındaki 3. ve 4. pencereler. Okula adını veren Mustafa Pecanin Tito nun yoldaşlarından birisiymiş. Ama nedense Tito ya ait, Tito ile ilgili ne varsa herşeyin adını değiştirirken bu okulun adına dokunmamışlar.

Hadi şimdi türbeye gidelim diyorum. İlk geldiğimiz akşam şöyle bir dolaşmıştık yeni yapılan caminin yakınlarında . Orda annem türbeden bahsetmişti. Ben niye göremedim o akşam diye sordum. Meğerse cami inşaatı yapmak için adamcağızın mezarını bozmuşlar. Üstüne naylondan örtü koymuşlar. Ben de kamera ile buraları çektim . sonradan filmi izlerken herkes bu naylonları niye çektin dedi. Ben de annemden öğrendiğim kadarıyla türbenin hikayesini anlattım.

Burada yatan adam askermiş ve savaşta başı kopmuş . Kellesini koltuğunun altına alıp savaşmaya devam etmiş savaşa savaşa da şimdi yattığı yere kadar gelmiş. Burada onu bir kadın görmüş ve çığlığı basmış adaın başı yok diye. Adamcağız da geçirdiği şoktan ( başka neden olacak ki! ) orada düşüp ölmüş. Öldüğü yere de mezarını kazmışlar. Annemle ilgisi de şöyle. Annem bebekken çok hastalanmış o kadar hastalanmış ki ananem artık ya iyileşsin yada ölsün diye dua etmiş. Ona demişler ki çocuğun zıbınını türbeye bırak , sabah ıslak bulursan yaşayacaki kuru bulursan ölecek. Sabah baktıklarında ıslakmış zıbın. Sevinmişler yaşayacak diye. YAşamış da gerçekten.

Az ileride de sarı bir bina var ev olarak kullanılan. Annem diyor ki bak burası da eskiden sağlık ocağıydı. Aşı oluyorduk burada. Nasıl aşı yapıyorlarsa artık üstünden 50 sene geçmesine rağmen annem hala unutamamış.

Ziyaretlerimizde tamalandıktan sonra herkesle vedalaşıyoruz. Annem ayrılıyoruz diye üzülür ağlar sanmıştım ama beklediğim kadar tepki vermedi. Biz bu seyahati kararlaştırırken artık bi daha gidemem bu son olur diyordu. Rozaje den ayrılırken gene gelirim hatta belki sonbaharda geliriz babanla diyordu. Yolları öğrendik artık.

Şimdi yazarken bile elim gitmiyor Rozaje den nasıl ayrıldığımızı yazmaya. Ama bir şekilde çıktık ve kosovaya gidiyoruz şimdi indira yanımızda...

9.8.06

Duga Restaurant

Burayı Rozaje dan Trpeze giderken Ahmet farketti. Trpez dönüşü gelip burda yemek yiyelim dedik. Ama dönüşümüzün bu kadar geç olacağını tahmin edememiştik. Ama yeri ve restaurantın görünüşü nedeniyle mutlaka gelmeliydik buraya. Ertesi gün Rozaje içinde ki turumuzu bitirip akşam üzeri gibi soluğu burda aldık. Ne diyebilirim sanki o kadar yolu gelmek sadece burada oturmak için değermiş gibi geldi. Her zaman denize nazır yerlerden zevk alınacak değil ya dağ manzarası da en az deniz manzarası kadar hoş. Çiçekli bir balkonda önümüzde yemyeşil çimlerden bir halı karşımızda koyu yeşil bir pano oturuyoruz. Kuş seslerinden başka bir gürültü yok. Küçük bir grup vardı yemek yiyen onlar da kalkınca restoran tamamen bize kaldı. Restoranın yan tarafında ki arsa satılıkmıs. Allahım biz alıp burda mı otursak diyorum içimden.

Rozaje Gayri Resmi Müzesi


Rozaj ' a vardığımızda bu evi annemin bak bak rozaj evi işte diye göstermesiyle fark ettik . Aslında fark ettik demek yanlış oldu çünkü ev zaten kimsenin işaretine gerek kalmadan kendini gösteriyordu güzelliğiyle. Ne yazık ki bu tür eski evler artık tek tek seçilebilecek kadar az kalmış. Arabayla yanından hızla geçerken mutlaka buraya gelip bu evin fotografını cekmeliyim diye düşündüm. Neyse ki İndira dan öğrendiğimize göre bu evin sahipleri evlerinin gezilmesine izin veriyorlarmış ve evin içini neredeyse bir müze şeklinde düzenlemişler.

Bundan cesaret alarak yine annemle birlikte bir öğleden sonra bu eve geliyoruz. Öncelikle komşularından davet alıyoruz. Evle ilgilendiğimizi ve görmek istediğimizi ilk önce onlara anlatıyoruz. Biz komşularla konuşurken ev sahipleri dışarı çıkıyor ve bizi içeri davet ediyorlar. Evin sahibi olan bey oldukça meraklı . Evini gezdiriyor ve her detayı görüntülemem için beni teşvik ediyor. Ev ile ilgili anlattığı ilk şey kapının nasıl kilitlendiği ( tabi biz içeri girdikten sonra) olunca ben panik oluyorum neyse ki biraz sonra açıyor kapıyı rahatlıyorum. Hakikatten değişik bir kilitleme mekanizması. Karı koca oldukça misafirperverler .
Evin her köşesini geziyoruz. Evin içinde de otantik bir hava var. Aslında kendi yaşadıkları bölümler dışında her yer özellikle üst kat sergi şeklinde düzenlenmiş. Bir odasıda tamamıyle otantik bir şekilde düzenlenmiş bir yatak odası idi. Bu odanın içinde çeşitli antik objeler dısında enteresan olan odanın bir kısmında ebeveyn banyosu bulunması, banyonun yanına da kocaman bir kazan yerleştirilmiş olmasıydı. Daha sonra salon olarak düzenlemiş bölüme buyur ediyorlar bizi. Kahve ve kurabiye ikram ediyorlar bize ve tabi meyve suyu. Köşede garip görünüşlü bir çalgı var . Bizdeki bağlama ve saz gibi Karadağ yöresinin otantik bir sazı. Evsahibi biraz çalabildiğini söylüyor ve bize biraz çalmak istiyor. Oldukça içli bir sesi var bu sazın. Derken annem ağlamaya başlıyor amcamda bu sazdan çalardı diye. Onu gören evsahibi de başlıyor ağlamaya nedense. Artık çalamayacağım diyerek koyuyor sazı kenara. Aslında gösterinin bitmesine üzülsem de kap kacağı çekerken video kameramın filmi bitirmisim bu yüzden kaydedemediğim bir durum oluşmamasına seviniyorum.

Sohbet devam ediyor tekrardan . Evsahibi duvara asılı yarım bir kaşığı alıyor ve hikayesini anlatıyor. O Kaşık rahmetli babasının kaşığı imiş almanlara esir düştüğünde kampta verilmiş. Sonra kamptan salıverildiğinde kaşığını kaybetmemiş , fakat eve geldiğinde karısı bulaşık suyunu atarken bu kaşığı da atmış suyla birlikte ve kaşık kaybolmuş üç sene toprak altında kalmış. Daha sonra nasıl olduysa bulunmuş. Evsahibi kaşığın yarım olmasını tepside kalan böreklerin kaşıkla sıyrılması olarak açıkladıysa da kaşıkla börek yenmesi bana biraz zor geldi. Ondan sonra bir kaç objeyi daha inceledik. Annem bana tahta bir kutu gösterdi. Bu kutu çobanların yemek kutusu imiş. İçine konan yemek kapağı sıkıca kapanınca dökülmeden çobanla birlikte dağ bayır dolaşırmış. Eski zaman tupperware i yani diyorum. Gülüyoruz. Emir biraz ip eğirme makinası ile oynuyor. Ona anlatıyorlar biraz nasıl kullanıldığını. Gerçi Boşnakça anlamıyor Emir ama olsun. Elini makinaya sıkıştırana kadar oynuyor.

Dışarı çıkıyoruz artık. Evsahibi bahçe kapısını da çekmemi istiyor hatta çekip çekmediğimi gelip kameranın ekranına bakarak kontrol ediyor. Kapıdaki detaylar ile ilgili bilgiler de verildikten sonra ayrılıyoruz.

Evlerini bu şekilde korudukları için , gezmemize izin verdikleri için ve bize gösterdikleri misafirperverlik için Pepiç ailesine ne kadar teşekkür etsek azdır. Ayrıca bu evin ilk sahibi Huso Pepiç in ağabeyine de rahmet ve kabir rahtlığı dileriz.

Rozaje - Rozaj - Poxaje



Bu fotoğrafları rozaj'ı gezdiğimiz gün yanıma sadece video kamerası aldığım ve bu yerleri kamera ile görüntülediğim ve fotograg cekemediğim için rozaje sitesinden
aldım. Aslında cami dışındaki bu binayı ve altta görülen binayı internette görmüştüm.
Özel rozaj sitesi olmadığı genel olarak Karadağ ı anlatan bir site olduğu için bu binaların Rozaj da olduğunu hiç düsünmemistim. Orada olduklarını gördüğümde oldukça şaşırdım ve sevindim. Yandaki resimde tipik rozaj evlerinden biri. Müze olarak düzenleniyormuş, daha açılmamış. Bu kadar yüksek olmasının sebebi düşmandan korunmak içinmiş. İlk 3 kat taştan ve ateş edebilmek için mazgallar var. En üst kat ise ahşaptan ve evin yaşanılan kısmı.



Ortada görülen küçük ve sevimli bina Rozaj ın eski camisi. Şimdiye kadar gördüğüm en şirin ve sevimli cami diyebilirim. Dışarıdaki meşe kaplamaları orjinal imiş. Rozaj da Türkiye den gelen yardımlarla inşa edilen büyük bir cami inşaatı sürüyordu. Ancak o bizim bildiğimiz mimari olarak pek bir özelliği olmayan camilerden.


Bu evde caminin bulunduğu sokakta bulunuyor. Anneme bu evi daha önce internette gördüğümden bahsediyorum. O da bana gel bir soralım bakalım kimminmiş bu ev diyor.
Kapıyı çalıyor . Yukarıdan uzanan bir kadın başı Kojee! (kim o ?) diye soruyor.
Annem kısaca derdimizi anlatıyor. Birazdan yaşlı bir adam kapıyı açıyor. Annem de
bu güzel ev kimin merak ettik diyor. Epey bir sohbet ediyorlar. Ben de anlamadığım
bu sohbeti kamerayla kaydediyorum. Sadece bir ara evin yapıldığı yılı 1300 lü bir rakam olarak anlıyorum olamaz diye dusunurken hicri olarak 1300 lü yıllar olduğu anlaşılıyor. Adam elinde eski tapuları olduğunu bir şekilde kaybettiği mal varlığını geri almak için mahkemelerle uğraştığını söylüyor. Annem de adama alamasanız bile tapuları antika olarak saklarsınız diyor( Anne ne yaptın sen !) . Adam buna rağmen bizi kapı dışarı etmiyor ve caminin yanında bulunan ofisine evin orjinal resmini göstermek üzere davet ediyor. Daha ne kadar orjinal olabilir ki derken evin ilk halini görüyoruz. Evet biraz değişmiş ama değişen şey etrafı. Daha önce her tarafı açıklık ve bahçe iken Rozaj daki çarpık yapılaşma nedeniyle çirkin binaların arasında keşfedilmeyi bekleyen bir hazine gibi zamana meydan okumayı sürdürüyor. (Edebiyat da yaptım rahatladım )
Annemle yaşlı adam biraz daha sohbet ediyorlar. Adam Rozaj ın bozulmasından şikayet ediyor ve eski güzel günleri yad ediyor. Kayda geçsin diye söylüyorum eskiden Rozaj da şöyle bir laf varmış "Rozaj daki ağalar o kadar zenginmiş ki İstanbul yansa bu ağalar birleşir yeniden inşa ederlermiş". Zor biraz ama tabi abartmadan da bir şeyi vurgulamak mümkün değil. Ağaların İstanbul u görmemiş olmalarına veriyorum.

Rozaje Günlüğü - III

Rozaje daki 2. sabahımıza gene bizim börekçide böreklerimizi yiyerek başladık. Ondan sonra İndira ya davetliyiz sabah kahvesine... İndira ya Samira da gelmiş bizi görmeye onu da görmeyeli 20 sene olmuş bir önceki görüşmemizde ben çocuk o ise 20 yaşlarında genç bir kız olduğu için bu kadar benzediğimizi kimse farketmemişti. Ama şu anda aynaya bakıyor gibiyim. İnsan annesinin amcasının torununa bu kadar benzeyebilir mi ? Sanki İndira nın değilde benim ablammış gibi. Daha sonra Vitomirica da Raza bana bi fotograf gösterdi. Bende Allah Allah bu resmi ne zaman çektirdik de buraya yolladık diye düşünürken baktım ki fotografdaki ben değilim Samira.

İndira nın evi çok güzel ve şirin. Burdaki tüm evlerin dağ ve orman manzaralı olduğunu söylemiş miydim? Ne kadar büyük bir nimet olduğunun farkındalar mıdır acaba? Tüm yolculuk sırasında en hoşuma giden şeylerden biri de şehirlerin nerede başlayıp nerede bittiğini görebilmek oldu. Biz İstanbul un en merkezi yerinde oturmuyoruz ama bizim evden 100 km hangi yöne gidersek gidelim en küçük bir boşluğa rastlamamız mümkün değil. Bu kalabalık ve yoğunluk bazen çok yoruyor beni.

3. günümüz ile ilgili detaylar diğer postlarda. İlerleyelim lütfen...

8.8.06

İbar



Buraya gelmemizin sebebi, ilk gelişimizde rahmetli dedem İbar ın kaynağına da gitmemizi istemiş. Ama nedense o zaman gidememişiz . 26 yıl sonraya kısmet oldu Yunus Aga nın ricasını yerine getirmek. Buraya Rozajdan çıkınca soldan devam eden yoldan ormanın içine doğru 7 km lik muhteşem bir yoldan geçerek varılıyor. Muhteşem diyorum. Çünkü ağaçlardan inşa edilmiş koyu yeşil bir tünelden gidiyormuşsunuz hissi veren bir yol bu.

Burada insanların en büyük geçim kaynaklarından biri orman. Orman kişilerin mülkü. İstedikleri gibi işleyip satabiliyorlar. Yanlızca orman ile ilgili devlet kurumlarının belirlediği ağaçlar dışında ağaç kesmek yasak. Belirlenen ağaçlar ise kesildikten sonra İbar'da ki akıntı yüksek olduğu zamanlarda nehire atılıyor, daha sonra annemlerin evinin karşında, İbar'ın kenarında kurulu olan Kereste işleme fabrikasına yüzerek ulaşıyorlar, burada tutulup fabrikada işleme alınıyorlar.

Yol boyunca biraz ilerledikten sonra arabadan inip yürümek istiyoruz. Ahmet ve Emir de arabayla bizi takip ediyorlar. Temiz havanın , kuş seslerinin, huzurun keyfini çıkararak yürürken annem yabani çilekleri farkediyor. Burada orman da çok misafirsever. Bize taze çileklerinden ikram ediyor. Çok lezzetli ve mis kokulular doğal olan her şey gibi.

Burada nehir bu kadar temiz , berrak ve sakin akarken Rozajın içine girdiğinde nasıl kirli , gri ve bulanık akar insan anlamıyor. Rozajdan çıktıktan sonra yine temiz ve berrak olarak koyu yeşilin içinden dağların arasından yoluna devam ediyor.

Trpez - Trpezi




İbar dan ayrıldıktan sonra Trpez e gitsek mi gitmesek mi karar vermekte biraz güçlük çektik. Sonra hadi gidelim dedik. Yanımızda İndira var nasıl olsa biz götürür. Tünellerden geçerek Rojay a gelmiştik gene tünellerden geçerek Rojay dan Berane ye dogru gidiyoruz. Berane Titograd ın yeni adı. Tito dan sonra nereye ismi vermişlerse ya adını toptan değiştirmişler ya da Tito adını kaldırmışlar, Titoveles mesela Veles olmuş.

Tünellerden geçerek gidiyoruz dedim ya Karadağ daki en uzun tünel Rozaj çıkışında bulunuyor . Lokve Tüneli 1100 m uzunluğunda. Ama daha büyüğünü yapıyorlarmış başka bir yerde. İndira bunları anlatırken arkamızdan hızla gelen bir araba bizi sollayıp tünele giriyor. Yaptığı o kadar tehlikeli ki, karşıdan gelen bir arabayı görmesi imkansız. Genelde herkesin araba kullanış tarzı böyle. Ahmet diyor ki burada neden herkesin birbirine allaamanet (Allah a emanet : Allahaısmarladık, hoşçakal yerine kullanıyorlar) diyor anladım. Allaamanet araba kullanıyorlar çünkü. Tabi böylelikle yol kenarlarındaki taşların neden bu kadar çok oldukları da anlaşılmış oluyor. Sırbıstan a girdikten bir süre sonra Ahmet yol kenarlarında insanların resimleri olan taşlar var ne bunlar diye sormuştu. Biz göremediğimiz için ne olduğunu anlayamamıştık. Dur birtanesinin yanında da , ne olduğuna bakalım dedik. En sonunda üstünde genç bir çocuğun resmi olan bir taşın yanında durduk. Taşın üstünde haç , resim ve o taşın neden orda olduğuna, kim için ve kim tarafından konulduğuna dair bir açıklama yazısı bulunuyor. Etrafında da yapma çiçekler var . Meğerse Buralarda insanlar yakınlarını kaybettikleri yerlere böyle taşlar koyuyorlarmış. Annem onlar ölülerine çok değer verir, yıllarca unutmazlar diyor. Gerçektende bizim incelediğimiz anı taşı 10 sene öncesine ait olmasına rağmen yeni gibiydi. Çicekler yapma olsa da yeni konmuş gibiydi. Aslında bu taşların faydaları da olabilir. Yolun hangi noktalarında kazalar olmuş ilerlerken insan görebiliyor. Türkiye de olsa böyle bir gelenek heralde tüm yollar mezarlık gibi görünürdü.

İndira ya bahsettiğimizde gördüğümüz şeylerden burada da yapmaya başladı insanlar o taşlardan dedi. Kosovada da vardı bu taşlardan ama trafik kazalarında ölen Sırplara değil, yol kenarında Sırplar tarafından kurşuna dizilen Arnavutlara aitler...

Neyse Trpeze gidişimizden bahsediyordum.

Sırp köylerinden geçerek ilerliyoruz ama yolda herhangi bir tabela, trpez e gider levhası filan yok . İndira da aslında sadece Berane den sapacağımız biliyor. Oldukça tenha olan yollarda soracak birilerini bulmakta zorlanarak yolumuza devam ediyoruz. Berane yolundan köy yollarına sapmamız gerekiyor. Babam diyor ki Ahmet şimdiye kadar her yeşil her yer güzeldi ama Trpez ayrı bir yeşil ayrı bir güzel diyor. Ahmet de anne nasıl bırakıp geldiniz buraları diyor. Babamın çok hoşuna gidiyor bu laf , daha sonra her sohbette bizim damat şöyle dedi diyerek kullanıyor. Arkasındanda ee ekonomin iyi olursa, rahatın yerinde olursa her yer çok güzeldir de , değilse dünyanın en güzel yeri çok güzel gelmez diye bağlıyor.

Yolda bir çeşme var. İndira hemen onun hikayesini anlatıyor. Yaşlı bir adam bu çeşmenin başında ölmüş , daha sonra oğulları çeşmeyi tamir edip rahmetli babalarının ismini veriyorlar çeşmeye . Ama köyden itiraz edenler oluyor yaşlı adamın isminin çeşmeye verilmesine. Onlar da ne yapalım sizin babanız da bu çeşmede ölseydi demişler. Tabi İndira anlatırken onlar gülerken ahmet ile ben anlamsızca bakıyoruz. Neyse annem bize çeviri yapıyor. Ama o kadar da komik değil sanki.

Yol bir yerde sağa ve sola ayrılıyor. Nereye gideceğimizi bilmiyoruz ama neyseki yolun başında bir kadın var. Ona soruyoruz nerden gitmemiz gerektiğini . Pravo pravo diyor. Yani düz gidecekmişiz. Gitmemizi söylediği yerde yol yok ve aşşağısı uçurum. Ya sabır çekerek heralde sağdan demek istedi diyerek allaamanet devam ediyoruz. Derken arkamızdan bir araba geliyor. Biz yavaş yavaş gittiğimiz için yol biraz genişleyince duruyoruz bizi geçmesi için. O da duruyor ve adam arabadan inip bizim arabaya yaklaşıyor. Dağ başında, yabancı bir yerdeyiz, türk plakalı bir aracın içindeyiz ve galiba bir hırıstiyan köyünün yakınındayız. Hemen arabanın kapılarını kilitliyoruz . Adam yaklaşıyor yaklaşıyor ve azıcık açılan camdan jant kapağınız düşmek üzere diyor. Rahatlıyoruz Ahmet ve babam arabadan iniyorlar kapağı düzeltmek için adam da arabasını geri döndürüyor. Meğerse jant kapağını söylemek için yolundan ayrılıp peşimizden gelmiş . Yol vermek için durmasaydık Trpez e kadar peşimizden gelecekti heralde. Böyle ilginç insanlar... Adamın yolundan ayrıldığını düşününce bizi kesecek zannettiğimiz için utanıyoruz doğrusu.


Trpez'e yaklaştıkça annem heyecanlanıyor. Orada kimseyi bulabilecek miyiz annemi tanıyan bilmiyoruz. Çünkü çok uzun zaman haberimiz yok onlardan, onlarında bizlerden. Trpez derli toplu değil , evler bir vadinin iki yanına birbirlerinden uzak dağılmışlar. Aslında dağınıklık bile kendi içinde düzenli . Aynı soyadını taşıyanlar yani akrabalar bir arada oturuyorlar. Hocicler burada mı diye soruyoruz balkonda demlenen iki kişiye vadinin öbür tarafını gösterdiler. Daracık yoldan aşağı doğru iniyoruz. Annem hatırlar gibi biraz . Adamların gösterdiği yere geldiğimizde annem dayısının evini hatırlıyor. Bahçeye giriyoruz ama evde kimse yok gibi. Üzülüyoruz, derken yan taraftan bu tarafa gelin , kime baktınız diye soruyorlar. Bahçeden çıkıp o tarafa doğru gidiyoruz . Genç delikanlılar geliyor bizi karşılamaya, annem kendini tanıtıyor , delikanlı Türkiyedeki halam mısınız diyor. İçim burkuluyor o anda. Eve götürüyorlar . Orda annem dayısının oğlu Hamdi yi soruyor. Hamdi dayı en son ben üniversite de okurken bize gelmişti ondan sonra tekrar görüşememiştik. O a burdaymış evi biraz aşağıdaymış. Oraya gidelim diyoruz. Babam önde biz arkada gidiyoruz. 3 tane orta yaşlı adam var . Babamı tanımıyorlar babam Hamdi dayıya ben Ahmet deyince, Hamdi dayı biraz duraklıyor sonra hatırlayınca babamın boynuna sarılıyor. Sarılıyorlar. Ahmet i tanıştırıyoruz. Boşnakça konuşuyorlar onunla ama annem uyarıyor Türk o , anlamıyor boşnakça diye. Bunu üzerine yaşlıca bir adam çok heyecanlanıyor "Ahh neden bizi bırakıp gittiniz , bak bizde Türk üz gördün mü bizim camiyi " diyor. Sonra da ziyaret sırasında durup durup Ahmet e sarılyor "eyy bre Turçin" diyerek . (Turçin Türk demek).

Biz ordayken etraftan duyan herkes bizi görmeye geliyorlar. Her gelen ağlıyor annem herkesin toplamı kadar ağlıyor. Heralde en çok gözyaşı döktüğümüz yer Trpez di. Emir , Hamdi dayının torunları Kenan ve Yasin ile oynuyor. Zaman su gibi akıp gidiyor gitme vakti gelince bırakmak istemiyorlar kalın bu gece. Kalamayız diyoruz yanımızda İndira var gitmemiz gerek. Uğurlamaya arabanın yanına geliyorlar. Annem arabaya binmiyor bir turlu. Onlarda bırakmak istemiyorlar. Ama gitmemiz gerekiyor. İstanbul a gelin tamam mı, kalsyadınız bu gece bari konuşmaları ile annem çok zor biniyor arabaya . Bir daha onlar bizi , biz onları ne zaman görürüz, görür müyüz görmez miyiz belli değil. Bu yüzden ayrılık çok zor. Nihayet annem biniyor arabaya.
Onları bırakıyoruz arkamızda yüzlerce ateşböceği ile birlikte. rozaja dönüyoruz.

7.8.06

Türk Kahvesi


Resimdeki kahvenin yarısı içilmiş filan değil. Servis şekli böyle. Bizim bildiğimiz fincandan daha derin bir fincanda yarısı dolu olarak servis ediliyor. Şeker yerinede lokum var kahvenin yanında. Tabi benim kahvemin lokumlarına Emir talip olduğu için ben türk kahvesi ile lokum nasıl gidiyor test edemedim.

Bu resim Rozaje (Rozaj) da AD Turjak cafesinde çekildi. Kahvenin profesyonel ikramı bu şekilde olsa da evlerinde misafirliğe gittiğinizde de türk kahvesini üstüne kürdan batırılmış bir kase lokum veya reçel ile sunuyorlar. Aslında bizde yapılan çay ikramının yerini burda türk kahvesi almış. Türkiye'de hiç içmediğim kadar kahveyi bu yolculuk sırasında içtim diyebilirim.

50 Yıl Sonra Tekrar Baba Evinin Kapısında



Annemlerin eski evi Agovic Mahallesinde (agovic maalo) bulunuyor. Ben bu evin hala durduğunu bilmiyordum. Geçen sene abim geldiğinde buraya gelmiş ve bize bahsetmişti. Ondan duyduğumdan beri görmeyi çok istiyordum. Mezarlık boyunca uzanan yolda annemin akrabalarının ruhlarına fatiha okumasını bekleyerek yavaş yavaş ilerliyoruz. İleride çatallaşan yolun sağından giderek Agoviç mahallesine giriyoruz. Burada sadece soyadı Agoviç olanlar oturuyormuş. Annem eskiden sokağın başında kapı vardı diyor sorgu sual edilmeden kimse geçemezdi.

Dedemin evine varmadan önce başka bir evin önünden geçiyoruz. Bir çift de o anda arabalarına biniyor bizi görünce iniyorlar. Annem kendini tanıtıyor ben Yunus Agoviç in kızıyım diyor. Çok anlamıyorum ama muhtemelen annemin akrabası. Bizi kahve içmeye davet ediyorlar . Annem amacımızın evi görmek olduğunu ve onları işlerinden alıkoymak istemediğimizi söylüyor. Ayrılıyoruz.

Az ileride dedemin evi var. Bahçesine giriyoruz. Annem gayet sakin beklemediğim kadar. Emir bahçede koşuyor. Ev Ibar nehrine bakıyor, Ibar nehri akmaya çalışıyor çöplerden yorgun. Annemlerin zamanında Ibar nehrinde Istakoza benzer bocekler varmış. Savaş sırasında Rozaj a Italyan askerleri gelmiş , onlar yiyormuş bu böceklerden , onlardan öğrenmişler yendiğini ama yememişler gene de.
Evi anlattırıyorum anneme. Nerede ne vardı anlat diyorum. Anlatıyor patates sakladıkları yerleri , hangi oda ne için kullanılıyordu, dedemin marangoz atolyesini, dedemin amcasının kaldığı odayı. Sonra ananemin büyük amcayı nasıl kurşuna dizilmekten kurtardığını anlatıyor. Bahçedeki ağaçları anlatıyor. Babam bu ağaçları hepimize paylaştırmıştı diyor. Şu benim şunlar teyzelerinin. Kapıya gidiyor ve artık sakinliğini kaybediyor. "Ah anneciğim kimbilir kac kere tuttun ellerinle bu kapıyı." Kim yapmış diyorum bu evi. İlk önce Selim Dede başlamış ama savaşta şehit olunca bitirememiş sonra dedem bitirmiş.

Anne diyorum sizin inek nerden atlamıştı ? Bakıyor bana. Hani siz burdan ayrılırken sattığınız , evinin yolu unutmayan, kapısını açık bulamadığı için çitlerden atamaya çalışırken yaralanan inek. Ananen bunu duyduğunda hastalanmıştı diyor.

Dede Ocağı



Bu ev , Dedem Rahmetli Yunus Agoviç ve Ananem Rahmetli Muhra Agoviç' in 50 sene önce 5 çocukları ve bir torunları ile birlikte Türkiye 'ye gelmek için bıraktıkları evleridir.

Rozaje Günlüğü - II



İnsan bu fotografın çekildiği yerden durup karsıya baktıgında neden bu bölgeye neden Karadağ dendiğini anlıyor sanki. Bütün dağlar o kadar koyu bir yeşil ki biraz uzaktan siyah zannedebilirsiniz.

Rozajdaki ilk sabahımızda herzamanki gibi ilk uyanan Emir ve mecburen hepimiz uyanıyoruz. Yoğun bir programımız var. İlk önce kahvaltı edecek bir yer bulmamız, Rozaj polisine biz geldik buradayız dememiz , agovic mahallesini ziyaret etmemiz, İbar ın kaynağına gitmemiz, ordan da ananemin köyü Trpez e gitmemiz var planda.

Buralarda bildiğimiz Türk kahvaltısı gibi bir kahvaltı bulmak bir yana kahvaltı etmek gibi bir alışkanlık yok. Çay bile yok. İnsanlar sabah bir kahve içip ondan sonra ancak 12 gibi yemeklerini yiyorlar. Sokakta Nehru yu görüyoruz. Bir anda Emir in elinden tutup hemen yanımızdaki markete sokuyor. Emir de itiraz yok birazdan elinde bir Milk ile çıkıyor marketten. Dün gördüğümüz börekçiye gidicez diyoruz. Gidin gidin onlarda bizden diyor. AHmet , Emire neden çikolata aldı diye soruyor anneme. Burada çocuklara bişey almak adetmiş. Karşılaştığımız bir çok insan Emir'e böyle bir çikolata-cips-kraker içeren bir paket verdi. Koca bir poşet dolusu hediyemiz oldu yani.


Börekçi gayet güzel temiz ve Küçük bir dükkan. Zurap Seferi ve karısı işletiyorlar burayı. Adam inanılmaz derecede Billy Zane e benziyor . Karısıda ufak tefek , güleç yüzlü , çok tatlı bir kadın. Ortaya karışık börek söyledik. Annemde içeride çaydanlık görmüş. Çay var galiba yaşasın. Börekler çok güzel ama çay malesef nane çayı . Yogurt tercih ediyorum bende. Sonra sohbet açılıyor bir şekilde Zurap ın babamın yeni ölmüş olan teyze kızının görümcesinin oğlu olduğu ortaya çıkıyor. Çok dokunuyor bize bir duygusallaşıyoruz, gözlerimiz doluyor. Hasret kalınan bir akrabaya bağlı birilerine memleketten çok uzak bir yerde rastlamak çok dokunuyor hepimize. Gelin de ağlıyor.


Emir in hepimizi sabahın köründe uyandırdığını söylemis miydim. Bu yüzden hala çok erken. Polise gidip biz geldik demek için hemen karşıdaki merkeze geçiyoruz ama burda mesai bizdeki gibi değil saat 10 da başlıyor galiba da 4 de bitiyor. Ne kadar hoş keşke burdada o kadar kısa sürse mesailer. Neyse doldurmamız gereken formlar varmış onları karşı kırtasiyeden alıp Rozajdaki 2 üçgenli otelin önündeki kafede yerimizi alıyoruz. Şükürler olsun Karadağ bürokrasisi ile de tanıştım artık gözüm açık gitmez. İndira da geliyor bize yardımcı olmak için . Annemle babam birbirleriyle çekişe çekişe dolduruyorlar formları. Birbirleriyle o kadar çok çekişiyorlar ki formu yanlış dolduruyorlar birbirlerine laf yetiştirmekten. Ahmet in formunu da İndira dolduruyor ve tabiki en yanlışsız formda tek kelime boşnakça bilmeyen Ahmet in oluyor.

Formlar teslim edilirken bizde Ahmet ve Emir le birlikte kafede oturuyoruz. Gölge altı o kadar soğukki içim üşüyor. Emir de başına buyruk ortalarda dolaşıyor. Onu görmeye çalışırken Ahmet aaa Mirsat Türkcan a bak diyor. Resmini çekene kadar uzaklaşıyor. Ünlü birini de görmüş olduk buna da şükürler olsun.

Bürokratik işlemlerimizde tamamlandıktan sonra turumuza başlayabiliriz. İlk durak dedemin evi. Dedemin evinden çıktıktan sonra Ömer Aginica ya gidiyoruz. Yugoslavyada kadınlar kocalarının adıyla anılıyorlar. Mesela ben Ahmedica yım , annemde Ahmedica.
Bu yüzden biraz yaşlıca olan kadınların isimlerini pek öğrenemedim. Belki kendileri bile unutmuşlardır kullanmaya kullanmaya. Uzun Lafın kısası Ömer Aginica bir kadın. Kocası yıllar önce ölmüş ama hala onun ismiyle çağırılıyor.

Burda da bizi çok karşılıyorlar. Ömer Aginica nın gelini nerde kalıyorsunuz gelin burda kalın, kalmıyormusunuz o zaman öğle yemeğine kalın , dolaşacakmısınız o zaman dolaşıp akşam yemeğine gelin diye ısrar ediyor. Biz kapıdan çıkarken bile arkamızdan tembihliyordu. Ömer Aginica yaşlı ve hasta. Biz gittiğimizde yatıyordu. Binbir özür diliyor. Damatlar kusura bakmasın ayağa kalkamıyorum karşılayamıyorum diye. Beni yanına oturtuyor. Elimi tutuyor sıkı sıkı. Annemle sohbet ediyorlar. Arada Damatlara çok teşekkür ederim sizi getirdiği için diyor. Çok tatlı. Arada bir bana sarılıp beni öpüyor. Annem gençliğinde okaar güzeldi ki diyor. Hala da güzel. Ziyaretimiz bitip kalkmak üzereyken bana bir kutu lokum uzatıyor Emir e bu diyor.

Ömer Aginicalardan ayrılıp Agovic mahallesinden aşağı dogru yürüyoruz. Fakat o da ne Emir yapacağını yapmış ve acilen bezinin değişmesi gerekiyor. Annem çimenlerde değiştir bak cöp tenekesi de var diyor. Emir i değiştirirken kimin bahçesindeysek artık bir karı koca kapının önüne çıkıyorlar. Hah tamam şimdi paparayı yedik derken kadın aşkolsun hiç yerde değiştirilirmi gel içeride değiştir diye darılıyor bana. Kimsiniz kimlerdensiniz faslına geçilince annem hemen ben yunus agovic in kızıyım diyor . Rozajda kime kendini tanıtması gerekse hemen bunu söyledi. Anne 50 yıl olmuş kim tanıyacak dedmi burda. Yaşlılar ölmüş. Olsun onlar tanımasalarda buralarda onun adı anılsın yine, onun için söylüyorum dedi. Bu çift de çok ısrar ediyorlar içeri girmemiz için . Kalacak yeriniz var mı var. O zaman gelin öğle yemeği yiyelim. vaktiniz yok mu o zaman bir kahve içelim. Muhtemelen annemin akrabalarından biri. Her nekadar birbirlerini tanımasalar da.

trpez ve İbar gezimiz Az sonra ...

6.8.06

Rozaje Günlüğü - I



Yeni Pazar dan Rojaya varabilmek için kaç tane tünelden geçtik hatırlamıyorum. Tabi bir sınır daha geçtik . Sırbistan ve Karadağ sınırı. Her ne kadar uluslararası camiada tek bir ülke gibi hareket etseler de aralarında sınır var. Bir kaç ay önce de referandum yapılmış Karadağ da Sırbistandan ayrılalım mı diye. Ayrılmak yönünde çıkmış oylar. Baba diyorum neden ayrılıyorlar . Eee ortaklık zor diyor gülüyor. Karadağ sınırında sınır polisi pasaportlarımızı kontrol ediyor ama herhangi bir damga basmıyor. Rozaj karadağ sınırına çok yakın. nihayet öğleden sonra varıyoruz Rojaya. Kalacağımız ev geldiğimiz yönün tam aksi istikametinde. Sako dayıların evinin önünde duruyoruz. İndira ya haber veriyoruz geldik biz diye. 10 dk sonra İndira geliyor sarılıyoruz ağlıyoruz . 20 sene olmuş onu görmeyeli. Bizi yukarıya çıkarıyor eve. Sako dayının evi 26 yıl önce nasılsa simdi de öyle. Kendisi artık burada oturmuyor. Oğlu Samir yaşıyormuş bu evde ama o da biz gittiğimizde Rozajda olmadığından ev bize ait. İndira bizim için hazırlık yapmış evde. Vazoda taze çiçekler var , kase de meyve. Başka bir tabak da da çikolatalı bisküvi koymuş. Çok hoş. İndira çok tatlı.

Vaktimiz sınırlı olduğundan biran önce ne yapacağımızı konuşuyoruz. Önce Sevim in ananesinin emanetleri var onları götürmemiz ve vize alabilmemiz için bize davetiye gönderdiği için teşekkür etmeye gitmemiz gerekiyor. Oraya gidiyoruz. Anane Elinde sigarası, öbür elinde telefonu, önünde kahvesi, ayağında şalvarı uzun boyu ve fit vücuduyla hanımağa gibi. Ahmet için ilk kez sıkıntılı anlar başlıyor sohbet koyu ama bir kelime bile anlamıyor sürekli dinliyor anlamadan. Bende anlıyorum desem yalan olur ama yapacak bir şey yok. Yeri gelmişken Rozajda misafir ağırlama şeklinden bahsedeyim. Sanki misafirin ağzının 1-2 saniye boş durması büyük bir günahmış gibi sürekli ikramda bulunuyorlar. Bunun için ortada koca bir sehpa var ve sürekli bir şeyler getiriliyor buraya. İlk önce meyve suyu veya şerbet, sonra kahve, sonra meyve tabağı (koca bir kaseye meyveler konuyor bıçaklar da bu kasenin etrafına yerleştirilip öyle servis ediliyor.), lokum, pandispanya ya benzeyen sapsarı bir kek, bol kaymaklı süt hatta gittiğimiz başka bir evde salatalık dilimleyip ikram etmişlerdi. Ahmet çok garipsedi bu durumu hatta salatalık ikram edildiğini de ilk kez görüyorum dedi. Ahmet bahçeden olduğu içindir bu ikram. Taze taze yememiz için.

Daha sonra Cem abim babama brodlu bir hemşerisinden bahsetmiş babama. Babam onu görmek istiyor. Önce Rozaj'ın içinde kısa bir tur atıyoruz sonra da oraya gidiyoruz. Cadde üstünde yerin altında bir köfteci dükkanı. Dukkanın sahibi orda değil. Damadı Nehru var telefon ediyorlar Mustafa amcaya gelsin diye. Size köfte yapayım mı diyor. Valla çok iyi olur. Mustafa amca geliyor Babamı görünce inanmıyorum der gibi elini sallıyor. Nerdeyse bütün gecemiz orda geçiyor. Köfteler çok güzel . Yogurt vereyimmi diyor Nehru , Emir için istiyorum. Meğerse rozajda ayrana yogurt diyorlarmış. Koyu kıvamlı bir ayran. Ama Emir in umurunda değil sandalyeleri birleştirmiş uyuma pozisyonuna geçmiş. Eve gidelim de yatırayım diyorum. İndira ile eve gidiyoruz ama heyhat gel gör ki en önemli ihtiyacımız olan Emir in bezleri araba da kalmış. Arabayı da İndira nın evinin oraya bırakmışız. Ahmet - Ben - İndira ile birlikte arabaya gidiyoruz. Emir in bezleri dışında almamız gereken bir bavul daha var. indira nın kocası bizi arabayla bırakmak için ısrar ediyor. Yürürüz filan diyoruz ama ben konuşamadığım için beni anlamıyorlar. Reno 5 e binyoruz . İndira yolda Ahmet bak deyip bişeyler anlatıyor. Ahmet anlamıyor bende anlamadım valla diyorum. Onlar gülüyorlar biz gülüyoruz. Kapının önüne gelince İndira nın kocası arabadan iniyor biz vedalaşacak zannederken bavulu kapıyor yukarı çıkarmak için . Bırakmıyoruz bu sefer. Ahmet ne biçim insan bunlar. Ne kadar ilgililer. Ben hayatta böyle bişey yapmazdım diyor. yukarı çıkıyoruz.

5.8.06

Sırbistan daki Dünya nın en gizli ,en ileri teknolojiye sahip ve en tehlikeli Elektrik Santrali



Evet burası da başlıkta dediğim gibi Sırbistan ın en gizli bölgelerinden biri !. Yol kenarında bulunuyor ama fotografını çekmek isterseniz ilgili makamlardan izin almanız gerekli.

Şaka bir yana yolumuza devam ederken bu görüntü çok hoşumuza gitti ve görüntülemek üzere arabadan indim. Öncelikle nehirde lastik bot ile yüzen 2 adam vardı onları çektim. Daha sonra dönüp bu santrale benzeyen yapıyı çekmeye başladım ama Ahmet beni geri çağırdı. Meğerse durduğumuz yerde traktörle bir adam yanaşıp burayı çekmeniz için izin almanız gerekli demiş. Aslında Emir bezini doldurmuştu . Dünyanın uzaydan çekilmiş tüm fotograflarının ve stratejik yerlerinin internette sebil olduğundan habersiz adama izin belgesi diye onu vermek vardı ama. Ne yapsın adamcağız 40 yılda bir yabancı biriyle konuşma fırsatı yakalamış , böyle değerlendirdi heralde. Uymadık ona yolumuza devam ettik.

4.8.06

Bulgaristan

Bulgar Polisi ve Bulgar Hududu efsaneleri gerçekmiş , Bulgar gümrük polisi Martin in “Aç Kapıyı “ , “Bagajda kimse var ?”, “Emirrrr Errrkek” komutları ile bulgar hududunun ilk aşamasından geçtik . Transit vize alındı , bagajımızda bizden başka kimse var mı diye kontrol edildi dezenfekte edildik , sigorta ve otoban paramızı ödedik, nedense!! fotoğraf cekmeye cesaret edemeden kendimizi sınır kapısından sonra benzin istasyonunun önünde bulduk ucuz benzin efsanesininde gerçek olduğunu gördükten sonra Sofya ya doğru yola koyulduk 2 Kadın , 2 Adam ve Emirrrr Errrrkek(kendisi Bulgaristan sınırları içinde bu isimle anılacaktır! ) ile birlikte. Karşıdan gelen arabaların bize neden korna çalıp selektör yapma ihtiyacı hissettiklerini ancak bizde dönüş yolunda anlayabilecektik ama o anda Türkiyeden çıkmamış sanki Trakya’ da yolculuk ediyormuşuz gibi hissediyordum kiril alfabeleri ile yazılan tabelalar dışında . Ama geçtiğimiz köyleri incelemeye başladığımda farketmeye başladım evlerin tümünün cetvelle çizilmiş gibi aynı sırada oldugunu, birbirlerinden aynı mesafede olduklarını , ne kadar eski olduklarını ama hepsinin bahçesinde çiçek ekili olduğunu.

2.8.06

Sofya


Troleybüsler – Troleybüs kullanan kadınlar – Artık köhneleşmiş gösterişli binalar - Bu binaların altındaki ultra lüks mağazalar - Mtel – otelimizi bulamamız – babamın taksi tutması ve bizimde taksiyi takip edip oteli bulmamız – Taksicinin bize musallat olması bir türlü gitmek bilmemesi – Taksicinin cam gibi mavi korkunç gözleri – Mavi boyalı demirden kuruyemişçiler - St Nedelyada katıldığımız nikah – bize özel konser veren sokak çalgıcıları (Emirrrrr Errrrkek in isteği üzerine Osman Aga ve babamın isteği üzerine Site Devonciya ) – Güzelim kafeler yerine babamın ısrarla mac donalds a gitmek istemesi ama Mac donalds da sadece leva kabul edilmesi ve döviz ofislerinin kapalı olması, kös kös otele dönüp Türk lokantasına gitmemiz – Şopska Salad – Otel penceremizden görünen otobüs garı – Geceyi kumarhanede gecirmemiz – bitmek bilmeyen jetonlar – bitirmek istediğimiz jetonlardan daha fazlasını kazanmamız jetonların ancak gece bitmesi – revü şov – Otelde alışveriş yaptığımız dükkanda her sorumuza oflayarak karsılık veren komunist sistemden hatıra tezgahtar kıza rağmen alınan 1-2 hatıra eşya